Google, Fiber İnterneti Kablosuz Dağıtacak!

İnternet ve yazılım dünyasının popüler markası Google, günümüz teknolojisinin en hızlı internetlerinden fiber altyapısını kablosuz olarak sunmaya hazırlanıyor!

Selfie Nedir? Selfie Türkçe Karşılığı Nedir?

Selfie nedir. Selfie çılgınlığı nasıl başladı? Gerek Türkiye’de gerekse de dünyada adından sıkça söz ettiren “selfie” çılgınlığının sosyal nedeni nedir? Sosyal medya uzmanı akademisyen Yrd. Doç. Dr. Ali Murat Kırık, açıkladı.

Samsung Galaxy Note 4 Teknik Özellikleri ve Fiyatı

Samsung Galaxy Note 4 yeni akıllı telefonunu tüm dünyaya tanıttı. Apple ve sony'in yanı sıra yeni bir akıllı telefon'da Samsung'tan geldi. Samsung Galaxy Note 4 almayı düşünenler için Samsung Galaxy Note 4 teknik özellikleri ve fiyatı ile karşınızda Note Edge!

Facebook'ta açılan otomatik videolar nasıl kapatılır?

Facebook kullanıcıları hesaplarına giriş yaptıklarında otomatik olarak açılan videolar yüzünden hem intenet hızları yavaşlamakta hem de istemediği halde zaman kaybetmekte. Peki bu özelliği nasıl kapatabiliriz?

TÜRKSAT 4A Uydu Kurulumu ve Kanal Arama

Türkiye televizyon kanallarını yeni frekanslara taşıdı. Peki frekans ayarlamaları nasıl yapılacak? İşte kanal kanal televizyon frekansları...

Osmanlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Osmanlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ekim 2012 Cuma

Bu çeşmeden su içmek Müslümanlara haramdır..!

Vaktiyle Bursa' da bir Müslüman, eski adı “Yahudilik Yolağzı”, bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş:

“Her kula helal, Müslüman'a haram!..”

Bursa başkent, tabii Osmanlı karışmış, bu nasıl fitnedir diye…

Gitmişler kadıya şikayete, adam yakalanıp yaka-paça huzura getirilmiş. “Bu nasıl fitnedir, dini İslam, ahalisi Müslüman olan koca devlette sen kalk, hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu Müslüman'a yasakla!.. Olacak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin?..” diye çıkışmışlar adama. Adam:

- “Müsaade buyurun, sebebi vardır, lakin ispat ister, delil şarttır…”dedikçe kadı kızmış:

- “Ne delili, ne ispatı?.. Sen fitne çıkardın, Müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın, katlin vaciptir!” demiş. Demiş ama, bir yandan da merak edermiş:

- “Nedir gerekçen?..” diye sormuş. Adam:

- “Bir tek Sultan'a derim…” diye cevap verince, ortalık yine karışmış. Söz Sultan'a gitmiş, adam yaka paça saraya götürülmüş… Padişah da sinirlenmiş ama, diğer yandan o da meraklanırmış:

- “De bakalım ne diyeceksen. Bu nasıl iştir ki, hem çeşmeyi yaparsın,hem de her kula helal,Müslüman'a haram yazarsın?..” Adam, başı önünde konuşur:

- “Delilim vardır, lakin ispat ister.”

- “Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?..”

- “O zaman boynum, hükme kıldan incedir Sultanım…”

- “Eeee?!..”-

“Sultanım, herhangi bir havradan (sinagog) rasgele bir hahamı izahsız yaka-paça tutuklayın, bir hafta tutun. Bakın neler olacak…” Dediği yapılmış adamın. Bütün azınlıklar bir olmuş, başlarında Museviler, “ne oluyor, bu ne zulüm?.. Bizim din adamımıza biz kefiliz, ne gerekirse söyleyin yapalım, o masumdur, gerekirse kefalet ödeyelim…” çevre ülkelerden bile elçiler gelmiş, elçiler mektup üstüne mektup getirmiş… Bir hafta dolunca, adam:

- “Sultanım, artık bırakmak zamanıdır” demiş. Haham bırakılmış, azınlıklar mutlu, bu sefer Sultan'a teşekkürler, hediyeler

- “Aynı işi herhangi bir kiliseden herhangi bir papaz için yaptırınız Sultanım” demiş. Aynı şekilde bir papaz derdest edilip yaka-paça alınmış Pazar ayininden ve aynı tepkiler artarak devam etmiş. Haftası dolunca da serbest bırakılmış. Mutluluk ve sevinç gösterileri daha bir fazlalaşmış, teşekkürler, şükranlar… din adamlarına kavuşmanın mutluluğuyla daha bir sarılmışlar birbirlerine… Sultan:

- “Bitti mi?..” demiş adama.

- “Sultanım son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle” demiş.

- “Şimdi nedir isteğin?..”

- “Efendim, payitahtımız Bursa'nın en sevilen, alimini alınız minberinden…” Adamın dediğini yapmışlar, Ulucami imamını Cuma hutbesinin ortasında almışlar, yaka-paça götürmüşler…Ve . Bir ALLAH'ın kulu çıkıp da, “ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz?.. Hiç olmazsa vaazı bitene kadar bekleseydiniz”, gibi tek bir kelam etmemiş, imamın peşinden giden, arayan-soran olmamış… Geçmiş bir hafta, “Nerde imam” diye gelen-giden yok!.Halk halinden memnun, başlamış bir dedikodu, o geçen hafta tutuklanan koca alim için:

- “Biz de onu adam bilmiş, hoca bellemiştik…”

- “Kim bilir ne suç etti de tevkif edildi!..”

- “Vah vaah!.. Acırım arkasında kıldığım namazlara…”

- “Sorma, sorma…”

Padişah, kadı ve adam izliyorlarmış olup-bitenleri. Sonunda Padişah çeşmeyi yaptırana sormuş:

- “Eee, ne olacak şimdi?.. Adam:

- “Bırakma zamanıdır. Bir de özür dileyip helallik almak lazımdır hocadan.” “Haklısın” demiş padişah, denilenin yapılması için emir buyurmuş ve adama dönmüş. Adam başı önünde konuşmuş:

- “Ey büyük Sultanım, siz irade buyurunuz lütfen, böyle Müslümanlara su helal edilir mi?..”

Sultan acı acı tebessüm etmiş:

- “Hava bile haram, hava bile!..” demiş..'''

14 Temmuz 2011 Perşembe

Ertuğrul Gazi (1188 - 1281)


ERTUĞRUL GAZİ (1188 - 1281)


Uç beyi olarak hüküm sürmüstür. Hükümranlik süresi Osmanogullari'nin en uzunudur. Babasi Gündüz Alp,annesi Hayme Ana (Haymana)dir.Babasinin ölümü üzerine Ertugrul Bey babasinin yerine geçti. Ailesinin bir kismi Ahlat'ta kaldi. Malazgirt Meydan Savasi'ndan sonra Kayi Boyu'nun bir kismi Ankara'nin batisindaki Karacadag yöresine yerlestirilmislerdir. Yassiçemen meydan muharebesinde Selçuklu Sultani Alaaddin Keykubat lehine yararliklar gösterdi. Selçuklu Sultani, Kayi Beyi'ne Bizans sinirinda 1000 kilometrekarelik bir topragi Bizans'a karsi siniri savunmak ve ileriye götürmek göreviyle verdi.13.asir ortalarinda Ankara'nin batisindan göç edip Sögüt ve Domaniç'i ele geçiren Ertugrul Bey idaresindeki Kayi asireti,400 çadir halkindan olusuyordu.Bugünkü Kütahya-Bursa-Bilecik illerinin sinirlarinin birlestigi bölgedeki topraklari beyligine “yurt” tuttu.Sögüt Kasabasi'nin fethinden sonra beylik merkezini Sögüt'e tasidi. Ölümünde Bizans'tan yaptigi fetihlerle topraklarini 4.800 kilometrekareye çikarmisti.

Osmanli Devleti'nin temellerini atan Ertugrul Gazi,Oguzlarin Kayi Boyu'na mensup olup Selçuklularin uç beyi degildir.Selçuklu Türkiyesi'nin Bizans sinirinin kuzey kesiminden sorumlu büyük uç beyleri olan Çobanogullari'na taabi olmustur. Ancak oglu Osman Bey 1300 yili basinda büyük uç beyi olup,artik dogrudan dogruya Selçuklu Sultani'na baglanmistir.

Oglu Osman Gazi'ye yaptigi vasiyeti ile alti asir boyunca ayakta kalacak olan bir devletin idarecilik ruhunun temellerini atmistir.Ölüm tarihi kesin olarak bilinmeyen Ertugrul Gazi'nin 90 yasindan fazla oldugu halde (1281-1288) tarihleri arasinda Sögüt'te vefat ettigi bilinmektedir. Türbesi Bilecik ili sinirlari içerisinde olan Sögüt Ilçesi'ndedir.

Sögüt ilçesi'nde her yil Ertugrul Gazi'yi anma törenleri yapilmaktadir.Orhan Saik Gökyay'in tesbitine göre Dede Korkut kitabinin önsözünde su kayit yer almaktadir:

“Korkut ata ayitti,ahir zamanda hanlik gerü Kayi'ya dege, kimesne ellerinden almaya,ahir zaman olup kiyamet kopunca. Bu dedügü Osman neslidür, isde sürilü gideyorur.”

5 Temmuz 2011 Salı

Osmanlı Ordusunu İnceleyen Alman Casus

Alman İmparatoru Şarklen'in Türkiye'deki elçisi tarafından "Dünyanın en güçlü ordusu" olarak tanımlanan Türk Ordusu, Birinci Viyana kuşatmasından önce Budapeşte önüne gelmiş, şehri kuşatmıştı.

Etrafta dolaşan şüpheli birini yakalayan askerler onu doğruca Başvezir İbrahim Paşa'nın huzuruna çıkardılar.

İbrahim Paşa ile o adam arasında şöy...le bir konuşma geçti:

"- Sen kimsin?"

"- Kral Ferdinand'ın subayyım efendimiz!"

"- Demek casusluk niyetiyle geldin... Peki, ne öğrenmek istersin?"

"- Görevim, ordunuz hakkında bilgi toplamaktı!"

"- Anlaşıldı... Şimdi var, istediğin bilgileri topla!.."

İbrahim Paşa, sonra da ilgililere dönüp emir verdi:

"- Bu casusa istediği herşey gösterilsin, sorduğu herşeye doğru cevap verilsin!"

Söylenenler yapıldı ve Alman subayı adeta misafir olarak ağırlandı.

Osmanlı ordugâhını baştan başa dolaşan casus subay gördükleri karşısında hayretini gizleyemiyordu. İşi bittikten sonra tekrar huzura çıkarılınca İbrahim Paşa'ya da durumu anlattı. İbrahim Paşa gülerek elini uzattı ve onu yolcu etti:

"- Haydi git, gördüklerini kralına anlat!.."

Osmanlıların kendi güçlerinden ne kadar emin olduklarını gösteren güzel bir örnek, değil mi?

Öyle bir örnek ki, dünyada eşi ve benzeri ne görüldü, ne de görülecek!

İşte büyük ordu, işte büyük devlet ve işte büyük devlet adamları!..

Osmanlı'nın Muhteşem Ordusu !

Avrupa Hıristiyanları, Papa'nın kışkırtması ile bir araya gelip, Osmanlı topraklarına saldırınca, Kanuni Sultan Süleyman Han ordusuyla sefere çıktı.

Ordu, ağır ağır hedefe doğru ilerliyordu. Yol dar olduğundan, ordu mecburen bağların içinden geçiyordu. Hava çok sıcaktı. Asker susuzluktan kıvranıyordu.

Çok güzel üzümleri bulunan bir bağdan geçerken, askerin biri dayanamayıp, bağdan bir salkım üzüm kopardı. Yiyerek biraz olsun susuzluğunu giderdi. Sonra da, asma ağacına, yediği üzümün çok üzerinde bir para bağlayarak, yoluna devam etti.

Çok geçmeden mola verildi. Bu esnada, kan ter içinde bir köylünün koşarak geldiği görüldü. Hıristiyan köylü ısrarla Padişah ile görüşmek istiyordu. Köylüyü Kanuni'nin huzuruna götürdüler.

Kanuni sordu:
- ”Nedir bu halin, kan-ter içinde kalmışsın? Bir şikayetin mi var?”

Köylü,
- “ Ben şikayet için değil, tebrik etmek için geldim. Askerleriniz bağdan geçtikten sonra, asmanın dalında bağlı bir çıkı gördüm. İçini açtığımda, para vardı. Dikkatli baktığımda, bir salkım üzümün koparıldığını gördüm. Anladım ki, koparılan üzümün parası olarak bırakılmış. Sizde böyle güzel ahlaklı asker olduğu müddetçe sırtınız yere gelmez. Sizi tebrik ederim!”

**********
Aynı ordu, Belgrat yakınlarında, yine mola vermişti. Askerler, susuzluklarını gidermek, abdest almak için çeşme arıyorlardı.

Bir manastırın yakınında bir çeşme bulup, ihtiyaçlarını giderirken, manastırdaki birkaç rahibe, askerlere yardım etmek için çeşmenin başına geldi. Kadınların geldiğini gören askerler, hemen çeşmenin başından çekilip, sırtlarını döndüler, kadınlara yan gözle bile bakmadılar.

Bu durumu uzaktan ibretle seyreden, Başrahib, hemen eline kağıt-kalem alıp, haçlı kumandanına şunları yazdı:

- ” Siz bu ordu ile nasıl başa çıkabilirsiniz? Bunlar kadına-kıza, mala-mülke önem vermiyorlar. Bütün mal ve mülklerini feda ederek, dinlerini yaymaya çalışıyorlar. Herkese karşı iyi davranıp, kimseye zulmetmiyorlar.
Ey Haçlı kumandanları! Siz “Onlardaki bu ahlakı bozmadan, ortadan kaldırmadan” onlarla mücadele ederseniz, canlarınızdan ve mallarınızdan mahrum kalacağınız açıktır. Kendinizi ölüme atmayınız!..”

21 Nisan 2010 Çarşamba

Sultan Vahdettin Han hain Değil Kahramandır!

Sultan Vahdettin Han, çok zor bir durumda Osmanlı'nın başına geçmiştir.İttihatçı çete ve Alman işbirlikçileri Osmanlı'ya resmen şantaj üzerine şantaj yapmakta,devlet memurlarını ve sadrazamları öldürmekte,suikastler düzenlemekte ve ülkeyi bilerek savaştan savaşa sokarak yıpratmaktaydılar.Özellikle Osmanlı'nın birinci dünya savaşına bilerek sokulması tam anlamı ile tarihi bir skandal niteliği taşımaktadır.İngiliz Savaş filosundan kaçan Alman Goben ve Brislav gemileri, Çanakkale boğazından geçerek Marmara denizinde Enver Paşa'nın talimatı ile sancağa Türk bayrağı çekip Yavuz ve Midilli adlarını alarak Rus limanlarını bombalamışlar ve Osmanlı'yı resmen savaşa sokmuşlardır.Ancak,bu gemilerin bir gecede Türk gemisi yapılmasından evvel İngiliz savaş filosu,Çanakkale boğazında Alman savaş gemilerinin çıkışını beklemiş ve Osmanlı savaşta, o anda tarafsız olduğu için İngiliz savaş filosu Osmanlı kara sularına girmemiştir.Bu arada İngiliz makamları,Osmanlıya sert bir nota vermiş ve ''Alman savaş gemilerinin derhal iadesini istemiştir''...Ardından bu savaş gemilerinin Rus limanlarını bombaladığı haberi İngiltere'ye ulaşınca,üç büyük devlet Osmanlı'ya savaş ilan etmiş ve Alman savaş gemilerini ele geçirmek ve Rusya'ya yardım etmek için Çanakkale önlerine yığılmışlardır.Çanakkale önlerine yığılan savaş filolarındaki askerlerin bir kısmı Avustralya ve Yeni Zelandalı anzaklar,bir kısmı ise Hintli,Pakistanlı dünyadan bir haber müslümanlardı.Bu savaş gemilerinin çok azında İngiliz,Fransız generaller vardı.Yani burada Enver Paşa ve Talat Paşa gibi ittihatçi çete mensuplarının macerası yüzünden onca cephede yüz binlerce askerimiz şehit düşmüştür.Bu olayın vebalini Sultan Vahdettin Han'a yüklemek ve O'nu hainlikle suçlamak kara cahillik olur bana göre.


Ayrıca Sultan Vahdettin Han, Mustafa Kemal Paşa'yı Anadolu'da kurtuluş mücadelesini başlatıp,örgütlemesi için cebine 1000 Osmanlı altını koyarak gönderen kişidir.Bir Osmanlı altını 24 ayardır.Bugün bir Osmanlı altınına eş değer bozuk para büyüklüğündeki altınlar 350 liradır.Bu altınların 1000 tanesi bugünün parası ile 350,000 lira eder.Sultan Vahdettin Han,Mustafa Kemal Paşa'ya 350,000 lira gibi bir parayı cep harçlığı olarak verecek değildi herhalde...Bilakis o para,Kurtuluş savaşı için gerekli hazırlıkların yapılması için verilmişti Mustafa Kemal Paşa'ya.O devirde,Osmanlı hazinesi İngiliz ambargosu altında olduğu için Sultan Vahdettin Han,bu parayı kendi şahsi hesabından vermiş,hibe etmiştir.Mustafa Kemal Paşa'yı ise resmi tarih masallarında uydurulduğu gibi kırık,dökük Bandırma vapuru ile değil çok konforlu ve modern bir gemi ile göndermiştir Samsun'a...Resmi tarih masallarına göre Mustafa Kemal Paşa,İstanbul'dan Bandırma vapuru ile kaçmıştır.Peki sorarım size...İstanbul İngiliz işgali altında ve boğazlar tamamen İngiliz savaş filolarının denetimi altındayken Mustafa Kemal Paşa,padişahla görüştükten sonra ''Kırık dökük Bandırma vapuru ile gizlice'' nasıl kaçabilir,İngiliz savaş filolarına gözükmeden,izin almadan ve vurulmadan? Nasıl olacak? Tabiiki Sultan Vahdettin Han'ın talimatı ile.Sultan Vahdettin Han,İngiliz generaline yalan söylemiş ve Mustafa Kemal Paşa'yı farklı tanıtmıştır.Bu sebeple,İngiliz generali Mustafa Kemal Paşa'nın çıkışına izin verebilmiştir,ancak.Yoksa o işgal anında,Mustafa Kemal Paşa'nın öyle bir ortamdan izin almadan, ''Kırık dökük'' bir gemi ile çıkabilmesi desteksiz bir sallamadır.

Ayrıca cumhuriyet ilan edildikten sonra saltanat kaldırıldığında,Sultan Vahdettin Han askerlerin dipçik zoru ve yaşlı gözlerle İstanbul'u terketmiştir.Gülerek gitmemiştir....Kolay mesele değil... 600 küsür yıl boyunca müslüman Türklere önderlik yapan ceddinin mirası İstanbul'u ve Türk bayrağını terkedip gitmek....kendisi gittiği ülkelerde ise sefalet içinde ölmüştür,resmi tarih masallarında anlatıldığı gibi lüks içinde değil.Bakkala olan borcuna karşılık,dönemin hükümetine şantaj yapılmış ve cesedine ambargo konmuştur.

20 Nisan 2010 Salı

Nerdesin ey koca Sultan..?

Karikatür krizinden sonra şimdi de çizgi film krizi;

Politik, sosyal ve güncel olayları eleştirel bir şekilde ele alan dizi 15 Nisanda yayınlanan 200. bölümünde bir skandala imza attı.

Hz. Muhammed'in yüzünün gösterilmemesiyle alakalı olarak İslam dünyasının hassasiyetiyle dalga geçilen South Park adlı dizide, Peygamber Efendimiz oyuncak ayı kostümü giydirilmiş şekilde yansıtıldı.

Sert tepkileri üzerine çekmesi beklenen konu, animasyon dizinin 14. sezonunun 5. bölümünde gerçekleşti. Bölümün hikâyesi ise kısaca şöyle: Amerikalı ünlü oyuncu Tom Cruise, South Park kasabasında hakarete uğradığını iddia edip beraberindeki 200 ünlüyle dizi karakterlerine dava açar. Bunun üzerine Stan isimli karakter, Tom Cruise'dan özür diler. Ancak Cruise, tek bir şartının olduğunu, Müslümanların peygamberini görmek istediğini, aksi takdirde davadan vazgeçmeyeceğini söyler. Tom Cruise, ünlü arkadaşlarına, "Dünyada dalga geçilemeyecek tek kişi var, o da Muhammed, onun bu gücünü elinden almalıyız" der. Kasaba halkının, dava açılmaması için sözde Hz. Muhammed'i kasabaya getirdikleri görülür. Ancak yüzünün görünmemesi gerektiğini, yoksa bombalanacaklarını iddia ederler. Bu nedenle Hz. Muhammed, oyuncak ayı kostümü içerisinde tasvir edilir.

Dizinin bir sonraki bölümünde de bu konuya devam edileceği belirtiliyor. Dizinin 200. bölümünü yayınlayan yerli ve yabancı video paylaşım sitelerinde, konuyla ilgili çok sayıda eleştirel yorum yapıldı.

Hz. Muhammed, daha önce de South Park'ta resmedilmişti. Danimarka'yı sarsan 'karikatür krizi'nin bir benzeri 2006'da South Park'ta yaşanmıştı. Dizide yer alan Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Muhammed karakterleri, seyircilerin tepkisini çekmişti.
(cihan)

ABDULHAMİD HANDAN İSLAMA HAKARET EDENLERE CEVAP:

Allah Rasulünü tahkir ve tezyif eden bir tiyatro Fransa'yaa sahnelenmek istenmektedir. Sultan Abdülhamid, devletler platformunda oldukça tepki gösterir. Volter'in ''Muhammed yahut taassup' adlı piyesinin sahneye konmamasını, aksi halde bunun bir siyasi mesele yapılacağını elçilik vasıtasıyla Fransız hükümetine bildirir. Fransa piyesi kaldırır. Ancak, aynı oyun İngiltere de sahnelenmek istenir. Sultan Abdülhamit Han aynı şekilde İngiltere'ye de ültimatom gönderir. İngiltere hükümeti biletlerin satıldığını, müdahalenin fikir hürriyetini engelleyeceğini belirtir. Ne var ki, Sultan ikinci bir ültimatom yazdırır.''Müslümanların halifesi olarak, İngilizler peygamberimizi aşağılayıcı bir hareket içindedir.Alem-i İslama beyanname neşredeceğim, Cihad-ı Ekber ilan edeceğim''diye İslam alemine bildiri göndereceğim ve ''büyük cihad ilan edeceğim'' der. İngilizler çaresiz tiyatroyu kaldırır.

Hz. Peygamber'e hakaret içeren karikatür krizinin bir benzeri 117 yıl önce yaşandı. II Abdülhamit Han, Müslümanları rencide eden piyes yüzünden Fransa'ya ültimatom verdi.
Bundan 117 yıl önce de, Fransız Henri de Bourneir'in yazdığı "Muhammed" adlı piyes de benzer bir infial meydana getirmişti. O zaman İslam dünyasının siyasi otoritesini Sultan II. Abdülhamit Han temsil ediyordu. Fransa'nın tanınmış simalarından Bourneir'in Paris tiyatrolarında sahneye koydurmak istediği piyes, Sultan Abdülhamit'in büyük tepkisiyle karşılaştı. Konu, Fransa ve Osmanlı Devleti arasında ciddi bir krize dönüştü. Araştırmacı-yazar Ahmet Uçar, "II Abdülhamit'in Avrupa Sahnelerine Müdahalesi Dünya'ya Konan Ambargo" başlığıyla 1997'de, Tarih ve Medeniyet Dergisi'nin 36. sayısında yayınladığı makalede, belgelerle gelişmeler anlatıldı.

NOTA ÜSTÜNE NOTA

Söz konusu tiyatro oyununun Fransa, İngiltere ve Amerika'da sahneye konulması bekleniyordu. Piyesle ilgili biletler ve davetiyeler basılmıştı. Hz. Peygamber'i tahkir eden piyesten Bab-ı Ali Hükümeti ve Sultan Abdülhamit derhal haberdar edildi. Osmanlı Dışişleri Bakanlığı ile Osmanlı'nın Paris'teki elçiliği arasında bir dizi yazışma başladı. Yazışmaların başlığı "Hz. Muhammed Aleyhisselatü vesselam hazretlerinin nam-ı kudsiyelerine karşı tertip olunan oyuna dair" şeklindeydi. Yazışmalarda 'facia-i mahude' olarak nitelen piyesin oynatılmaması için her türlü girişimin yapılması bildiriliyordu. Hz. Peygamber'in tahkir edilmesi karşısında aslan gibi kükreyen Sultan Abdülhamit, Fransa'nın İstanbul'daki Büyükelçisi Kont Montebella aracılığıyla Fransa Hükümeti'ne sert uyarılarda bulundu. Paris Büyükelçisi Esad Paşa derhal Fransız Hariciyesi ve Eğitim Bakanlığı'na başvurdu. Fransa Eğitim Bakanlığı'nın'hakaret-name'de bazı değişiklikler yapılması suretiyle sahneye konulması yönündeki teklifi de Abdülhamit'ten red cevabı aldı. Oyun hiçbir şekilde sahneye konmamalıydı. Sultan Abdülhamit, oyunun sahnelenmesi halinde Osmanlı-Fransız ilişkilerinin son bulacağı ültimatomunu Fransız Büyükelçisi Montebello aracılığıyla Fransa Hükümetine bir kez daha bildirdi.

AMERİKA CESARET EDEMEDİ

Osmanlı Devleti ile bozuşmayı göze alamayan Fransa Hükümeti köşeye sıkışmıştı. Konu Fransız Kabinesi'nde tartışıldı. Kabinenin kararı 'hakaret-name'nin Fransa'da hiçbir tiyatroda sahnelenmemesi yönündeydi.
Fransızların verdiği karar Fransa Sefiri Montebello tarafından 22 Mart 1890'da Osmanlı Dışişleri Bakanlığı'na bildiriliyordu. Sefir, hükümetinin kararının acilen Sultan Abdulhamit'e iletilmesini rica ediyordu. Sefir, telgrafında "Hazret-i Hünkar'ın Hükümetim tarafından alınan bu kararı, hem kendilerine hem de Osmanlı Hükümeti'ne karşı hükümetimin dostluğuna bir delil olarak değerlendireceğine inanıyorum. Bu karar yeniden başlayacak dostluğumuzun teminatı olur ümidindeyim" diyordu. Fransa ile Osmanlı Devleti arasındaki kriz böylece sona ermişti. Sultan Abdülhamit, Fransa Cumhurbaşkanı Sadi Carnot'ya bir nişan vererek karardan duyduğu memnuniyeti ifade ediyordu. Ne var ki Mösyö Bornier, 'hakaretname'sini İngiltere'de sahneye koymak için girişimlerde bulundu. Ancak Abdülhamit'in müdahalesi üzerine İngiltere de oyunu yasakladı. İslam Peygamberi'ne hakaret etmekte ısrar eden Bornier, bu kez de, 1892'de Amerika'yı şovuna alet etmek istedi. Osmanlı'nın Amerika sefiri Mavroyani'nin oyunun sahnelenmemesi için verdiği mücadele de sonuç verdi. Bornier'in 'hakaret-name'si Amerikan tiyatrolarından da kendine sahne bulamadı.

ÜLTİMATOM KORKUTTU

Sultan Abdülhamit daha önce de Voltaire'nin yazdığı "Muhammed yahut Taassup" adlı piyesinin Fransa'da sahnelenmemesi içinde sert uyarılarda bulunmuştu. Fransızlar oyunu sahneden kaldırmışlar, ancak oyun İngiltere'de oynanmıştı. İngiltere'ye de ültimatom veren Sultan Abdülhamit, oyunun durdurulmaması halinde, Halife sıfatıyla bir beyanname yazarak İslam dünyasının her yerinde yayınlanacağını ve dağıtacağı uyarısında bulundu.
İngiltere'nin sömürgelerinde, başta Hindistan olmak üzere 700 milyon Müslüman yaşıyordu. Bu rakamlar Osmanlı Müslümanlarının yedi sekiz katıydı. Abdülhamit'in ültimatomu etkili oldu. Müslüman sömürgelerinde sorun istemeyen İngiltere, 'hakaretname'yi sahneden kaldırttı.

Dini şov haline getirenleri engelledi

Sultan İkinci Abdülhamit, dini değerlerin rencide edilmesine izin vermezdi. Hollanda'da Osmanlı'yı küçük düşüren "Harem" konulu oyunu durdurduğu gibi, New York'ta halk önünde Mevlevi ayini yapılmasını da engelledi. Amerikalılar, Mısır'dan getirtilen sahte dervişlerin yol parasını karşılayarak ABD'den ayrılmalarını sağladılar.

5 Şubat 2009 Perşembe

Abdülhamit'e diş bileyen Mason




31 Mart Ayaklanmasının bastırılmasından sonra, Sultan II. Abdülhamit isyanı organize etmek ve kışkırtmakla suçlandı ve görevden alınması kararlaştırıldı.



Gelgelelim bu kararı tebliğ edecek heyeti belirlemek kolay olmadı; çünkü kimse heyette yer almak istemiyordu.



Uzun tartışmalardan sonra heyet şu kişilerden oluşturuldu:



Bir süre Sultan'ın yaverliğini yapmış olan Gürcü Arif Hikmet Paşa, kardeşi Abdülhamit tarafından öldürülmüş olan Arnavut Esad Toptani Paşa, Berat Milletvekili İsmail Kemal.



Yahudi cemaatinden Selanik mebusu ve Selanik Mason Locası üstadı Emanuel Karasu, (yazar Bilge Karasu'nun atası) ve Emniyet Müdürü Miralay Galip Bey.



Abdülhamit bu heyeti Yıldız Sarayı'nda Mabeyn Köşkü'nde kabul etti. Toptani Paşa, "Millet sizi hal'etti; malınız, canınız, evlatlarınız emniyet altındadır" dedi.



Abdülhamit "Ne yapalım mukadderat böyleymiş" diye cevap verdi. Sonraları bu heyetin "husumet heyeti" olduğu söylendi.



Ve içinde bir Yahudi vekilin de bulunması çok eleştirildi. (Kaynak: NTV Tarih dergisi)



Abdülhamit, 1890’da yayımladığı iki irade ile Siyonistlerin Filistin’e girmelerini önlemek için gerekli tedbirlerin alınmasını emretmişti.



Herzl’e göre, 1896-1902 arasında Abdülhamit’le görüşmek için pek çok kez girişimde bulunmuştu.



Siyonizmin babası olarak kabul edilen Herzl'in Abdülhamit'i ikna için üç girişim de olumsuz neticelenmişti.